Bir ben hayal ediyorum

(Bu yazı, Anil Seth’in “Your Brain Hallucinates Your Conscious Reality” (Beyniniz Bilinçli Gerçekliğinizi Sanrılıyor) isimli TED Talks videosundan ilhamla kaleme alınmıştır.)

Gündelik uğraşlarımız ve hayatın karmaşası içinde kendimizden öteye savrulmamak mümkün mü dersiniz? Kendimize yabancılaşmadan gelişmek, kendimizden uzaklaşmadan yol almak sahici bir niyet midir? Kendimi yoga ile tanımaya ve anlamaya niyet eden biri olarak, inanmak istiyorum: Elbette evet, neden olmasın?

Bugün karşıma çıkan bu beyin açıcı anlatının üstüne kendi kendime notlar almaya karar verdim. Dış dünyadan, izlenimlerimizden ya da en yalın haliyle duyularımızdan beslenirken elde ettiğimiz kazanım ve keşiflerle nasıl daha derin bir bilgelik arayışında olabiliriz? Algılarımızın zihin üzerindeki izdüşümü, gideceğimiz yönü nasıl belirliyor?

Gittiğimiz yolu artık biliyoruzdur, artık bilmemek elimizde değildir. Sizce de öyle, değil mi?

Anil Seth’in ifade ettiği üzere, bilincimizin katmanlarına yerleşmiş bilgiler ya da birbirinden kopuk veriler algılarımızı yönlendiriyor, dış dünyadaki uyaranları en tanıdık şekliyle algılamamızı sağlıyor.

Beynimiz karşılaştığı tüm verileri aslında algıda seçici davranarak, İngilizcede best-guessing olarak karşımıza çıkan ‘en iyi tahminde bulunma’ algoritmasından faydalanarak işliyor.

Basit bir örnek üzerinden düşünelim. Hepimizin bir kitabı ya da izlediğimiz bir filmi tüm detaylarıyla hatırlayamadığı durumlar olmuştur. Biz duyularımızdan sistemimize giren bu ayrıntıları unuttuğumuzu sanırız; oysaki zihnimizin işleyişi o kitaptan, o filmden sonra tamamen değişmiştir. Beynimizde yeni sinir yolları açılmıştır ve her birimiz hayatlarımızda izlenimlerimizin etkisiyle, bilinçli olmaksızın bilinçli seçimler yaparız.

Burada bir durup düşünüyorum. Belki de daha iyi, özümüze daha yakın (true to oneself) bir insan olmak, algılarımızı bu farkındalıkla geliştirme çabasıyla mümkün olabilir. Neden olmasın ki?

Zihnin terbiyesi

Şöyle bir fikirle yola çıkalım: Olumlu düşüncelerimiz, olumlu olguları fark etmemizle ilişkilidir ve ilişkilendirilebilir. (Bu, benim hayatımda tüm içtenliğimle çok önemli bir referans noktası.)

Buradan hareketle, şunu söyleyebiliriz: Çevremizden (kendimiz dışındaki her şey) topladığımız duyusal verileri işleme biçimimizle algımızı inşa ediyoruz. Bu demek oluyor ki olgunlaşmamızı, karakterimizin oturmasını ve hayatta ilerledikçe ne istediğimizi daha iyi kestirebilmemizi sağlayan, yıllar boyunca bilişsel süreçlerimize nesne olan tüm olguların ve olayların üzerimizdeki izdüşümüdür, alışkanlıklarımızın (düşünce, tercih, davranış) tekrarıdır ve kendimizi belirli bir yönde ‘sürdürdükçe’ koşullanan, benzer bir deyişle, terbiye olan zihindir.

Gerçeğimizi bulmak, bu gayretten hareketle kendi istediğimiz hayatı kurmak için tam da o hayatı pratik etmekten geçiyor. Yanılsamalar denizinde su yüzüne çıkmak, her şeyden önce nefes almayı gerektiriyor.

En iyi tahmine (ilk akla gelen algıya) değil imkan dahilindeki tüm olasılıkları gözlemleyerek, bilinçle ve farkındalıkla tercihlerde bulunarak (Ehrsson, Holmes ve Passingham’in sahte el deneyi) halüsinasyonlarımızın yani varsayımlarımızın kabul noktasına nasıl geldiğini araştırabiliriz, (insan beyni herhangi bir süreç içindeki işleyişinde en kısa yolu, en yakın tahmini, en kolay çözümü tercih eder.) ama bu bizim gerçeğimiz olmayabilir. Kendimizi yanılsamaların, duyuların ve olayların rüzgarına bırakmadığımızda özümüze dönük bir yolculuğa ilk adımı atabiliriz.

Özü fark etmek

Hepimiz, çılgınlık seviyesinde hızlı bir dünyada, kalabalık içindeki tüm farklılıkların kıskacında biricik bir ben olmayı istiyoruz. Nasıl bir ben var içimde sorusuna kesinlik getiren bir cevap arıyoruz. Farkındalığımızı, deneyimlerimize dair ve onlardan kaynaklanan algılarımız üzerinden ve bunlara bağlı olarak ortaya çıkan yönelim ve tecrübelerimize ilişkin izlenimlerimizle geliştiriyoruz. Bu süreçler hayatımızda her gün ve hatta tam da şu an gerçekleşiyor.

Ortaya nedenlerimizi döküp sonuçlar arıyoruz ve seçtiğimiz sonuçların nedenlerine dikkatlice bakıyoruz, kendimizi daha iyi tanımak için.

İç regülasyon ve yoga

Bedenlerimiz kendi kendine yetmek ve potansiyelini azami seviyede kullanmak için tasarlandı. Bu konuda şüphemiz var mı? Umarım ki yoktur.

Seth’in konuşmasında dikkat çektiği bedenin iç regülasyon özelliği bu tasarıyı anlamada güzel bir açılım sunuyor bize. Normal şartlarda bir organımızı sadece var olduğu için hissedemiyoruz, ancak vücudumuzda fiziksel bir sorun ya da ağrı olunca (yani bir neden-sonuç diğer bir deyişle etki-tepki ilişkisi oluşunca) söz konusu organın yerini, acısını, hissini fark ediyoruz.

Hangi seviyede olursak olalım, yogayı (hatha yoga) hayat pratiğimize dahil ettiğimizde, odaklanma ve hareket ile özgürleşiyor ve fiziksel bedenimizin zihnimizle konuştuğu dili daha iyi anlamaya başlıyoruz: Kolumuzu uzatıp geriye esniyoruz ve bakıyoruz ki bazı kaslarımız uzuyor. Zihin, acı ve gerginliği fark ederken; öte yandan diğer kaslarımız kısalıyor, gevşiyor, algı ve odak dışı kalıyor. İşte tam da bu sebeple, ister zihinde olsun ister bedende olsun, üzerinde en çok çalıştığımız alanlar, kendiliğimizi en çok anladığımız alanlar oluveriyor.

Zihin hep en önce pes edendir

Yoga pozları üzerinden bedenden zihine, zihinden bedene etkileşimler kuruyoruz. Düşünceleri esnettikçe bedenin de sınırlarını aştığını, bedenin gerçekliğini kendisinin yarattığını, ‘kendi kendini hayal ederek’ varlığa tam da olduğumuz halimizde getirdiğini ve de getirebileceğini fark ediyoruz.

Zihin, zor bir koşul ile karşı karşıya kaldığında en kolay tahmini, yani vazgeçmeyi tercih ediyor. Bedeni yorduğumuzda da olan budur; bedeni izleyen zihinse, onun yorgun olduğuna dair kararı da yine o verecektir. Bunun olmasına izin verecek miyiz? Bedenimizden önce zihnimizin pes etmesine izin vermemek elimizde: Olumlu duyu, duygu ve algılardan beslenmeyi bilinçli bir şekilde tercih ederek.

Algılarımızı ve de benliğimizi kendi kendimize inşa edebiliyor olmamız (ne mutlu!) hepimizin biricik olduğunu, hiçbir genel geçer kuralla, yönlendirmeyle ya da formülle hareket etmeden kendimiz olabilme potansiyelimizi gösteriyor.

Bu güç içimizde ve içten dışa, evrene uzanıyoruz.