Elçin Dönmez ile Sabah Meditasyonu

“uyanık ama tetikte değil,
yumuşak, açık
ve değişebilen.
hem sonsuz 
hem anın içinde. 
parçalara bölünse de
tek, bütün, kapsayıcı.
ılık bir meltemi 
sert rüzgarlara
tercih etmeyen. 
şeylerin uyumundan da 
farklılığından da 
şefkatlice öyle memnun,
olabildiğinde
ve olabildiğince.”

Mindfulness, düşüncelere, duygulara, bedene, insanlara, doğaya, kısacası her şeye yargısız, açık ve arkadaşça bakabilme pratiğidir. Bu niyetle, her gün sabah 09.00’da Elçin Dönmez ile 20 dakikalık bir farkındalık çalışması yapıyoruz.

Not: Meditasyon Skype üzerinden gerçekleşiyor. Katılım için lütfen Yedi Orman Instagram hesabına mesaj gönderin. 50 kişi ile sınırlıdır ve ücretsizdir.

Elçin Dönmez ile Mindfulness Meditasyonu

“Ben yeterim.”

Hayatımızı idame ettirmekte, işimizi yapmakta ve kendimizi işe yarar hissetmekte zorluk çekiyoruz bu küresel salgın günlerinde. Hepimiz kendi yolumuzda, karşımıza çıkana bir tepki veriyoruz ya da ona karşı bir savunma geliştiriyoruz, farkında olarak ya da olmayarak.

Henüz her şey o kadar yeni ki… Buna alışabileceğiz belki, ama alışamıyorsak da bu bizim suçumuz değil. Farkında değiliz, belki de alıştık bile. Belki büyük bir acıdan, belki korkudan, belki savaştan, belki de kaçıştan bu anda geçtik, geçiyoruz ve geçeceğiz. Dayandıkça dayanıklılığımız artacak, buna güveneceğiz. Güvendikçe farkına varacak ve kabulleneceğiz.

Geçtiğimiz günlerden birinde odamda oturuyordum, gözlerimi meditasyon için kapatmıştım. Can kayıpları, hastalık, işsizlik ve bunun gibi pek çok korkuyla yüzleşirken toplum olarak, bu kolektif mücadeleyi korkuya kapılmadan nasıl daha iyi algılayabilirim ve bu bütünsel hisse nasıl bir katkıda bulunabilirim, diye düşündüm. 

Tüm bu olayların akış kanalına girebilmek zor belki ama ‘kendimizden daha büyük bir gerçeklik’ olduğunun kabulüne yöneldi zihnim. Çok uzak bir duyumsama belki, acıyı da umudu da köklerimde olduğu gibi hissedebilmeye uzanan bir sel, o akışta. İçimde bir bütünlük duygusu vardı ve deniyordum. Seslerin içinde, sakin kalmayı.

Biraz sonra zihnime akan şu cümleleri kendime tekrarlıyordum, ilk olarak nefes alırken ve ardından verirken. İlk olarak kendi hayat deneyimimde ve ardından parçası olduğum varlığın bütünü için:

“Yeteneklerimin farkına varabilirim.”

“Farkındayım, benim yeteneklerim var.”

“Yeteneklerimin farkındayım.”

“Yeteneklerim var ve onlara yetebilirim.”

“Yeteneklerimi kullanabilirim.”

“Ben yetebilirim.”

“Ben yeterliyim.”

“Ben yeterim.”

Pancar çorbası, bulaşıklar ve farkındalık

Mutfak başlı başına yaratıcı bir yer ve ben gerçekten sihrine inanıyorum. Ortalığı toplayıp bir yemek pişireyim hazır evdeyken ve işim yokken dedim, kendimi şarjı yüzde 9 kalmış telefonumun ekranımdaki bu yazıyla buluverdim. Hem deneyimledim yazdıklarımı hem de deneyimlerimi yazdım. Demek ki olacağı varmış dedim, açığa çıkacaklar varmış.

Birincisi, bazen akışına bırakıp hiçbir tarife bakmadan yemek yapmak gerek. Ciddiyim. Evde hangi malzeme eksikmiş, buna odaklanmadan bir elindekilerle yetinme pratiği olarak değerlendirebilirsiniz bunu. Ölçek ayarlama, sayma veya tartma gibi detaylar olmayınca aslında hata yapmanın olasılık dışı olduğu bir alan açılıyor insana. Bir süredir sebzelikte unuttuğum pancarlarla göz göze geliyordum, erteliyordum. Bugün ben de fikirlerin, yargıların olmadığı bir alanda bir pancar çorbası pişirmeye karar verdim.

İkinci olarak aklıma gelen, elimizin altındaki alanda günlük eşyaların olağan yerlerinde küçük değişiklikler yapmak. Düzenli olmak, eğer seviyorsanız (ya da birçoğumuz gibi takıntılıysanız, mesela ben), şahane bir bütünlük, tamamlanmışlık ve olmuşluk hissi veriyor insana. Ancak arada bir en sevdiğiniz renkli tabaklarınızı rafınızda her zamankinden farklı yerlere yerleştirebilirsiniz, bu bile zihnimizde bir nevi canlılığa yol açabilir. Bakalım tabaklarımızın keyifleri yeni yerlerinde de yerinde mi?

Tüm bunların çorbamla ve tabaklarımla ne alakası var?

Sonra biraz ciddileştim. Pancarların suyu çıldırmışçasına kaynamaya devam ediyordu…

Hangi ‘duygularım’ın benim içimden geldiğini, hangilerinin benden olmadığını yani bana kendi içsel alanım dışında bir yerden ulaştığını, bunların kaynağının benim benliğim olmadığını fark etmek. Böyle bir cümle yazdım.

Şimdi bir his seçelim. Ben de seçtim. Eskilerden olmasın, mümkünse dün ya da bugünden bir şeyler anımsamaya çalışalım. Eğer bir duygu size aitse görünen, açığa çıkan o duygunun altında bir niyet, bir arzu veya talep yatıyordur. Ruhumuzun açıklarını, açlıklarını olduğu şekliyle -iyi ya da kötü imiş ayırt etmeksizin- kabul etmek bu alan farkındalığında yardımcı olabilir.

Bizim için kötü olan bir duygunun, örneğin kıskançlık, altında değer, sevgi veya saygı görme gibi bir istek yatabilir. Bu duygunun üzerinden, duyguyu hissettiğiniz kişi, durum veya olay özelinde sükunetle ve dikkatlice geçmeyi deneyin. “Bu talebimi karşı tarafa iletme şansım olmuş muydu?” “Neden ilginin üzerimde olmasını istedim?” Çabamın fark edilmesi için, görünür olmak için bir çağrının sessiz çığlığı olabilir bu gücenmem. Ve benim ihtiyaçlarından kök bulan, karşımdaki kişiye değil bana ait olandır.

Çok tanıdık, iç gıcıklayıcı bir his

Benim duygum gerçekten de bana ait, evet şimdiden rahatlamaya başlıyorum ama bu aynı zamanda canımı sıkıyor. Neyi yanlış yaptım ki bu korkunç duyguyla uğraşıyorum?

Kötü bir hissiyatın kendimize ait olmasını kabullenmeyi istemiyoruz, bu zaman alıyor; çünkü doğamız buna karşı çalışıyor. Beynimiz derinde yatan motivasyonlarımızın ve benliğimizin derininden gelen güdülerimizin ancak çok küçük bir kısmını bilinç seviyesinde anlamlandırabiliyor. Hatta sol beyin bunları anlamlandıramadığı gibi her bir derin dürtüye kabulü kolay bir açıklama getiriyor, biz de görünürde yaptığımız harekete kılıf uydurup bunu dil marifetiyle açıklıyoruz.

Yine insan beyninin, özellikle konuşmadan sorumlu sol tarafının doğası gereği negatif tüm deneyimlerimiz için dış dünyayı sorumlu tutma ya da suçlama eğilimindeyiz. Öte yandan da her şeyin güzeli bizde, en doğruyu biz biliyoruz ve elimizi neye atsak haksızlığa uğramamız an meselesi. İçimize güzeliyle, çirkiniyle bakamıyoruz ve bu bir örüntü haline geldikçe tüm evrene gücenmeyi, varlığımızın nedeni olan ailemizle çatışmayı, dostlarımıza darılmayı, hayata küsmeyi ve mutlu olmaktan vazgeçmeyi alışkanlık haline getiriyoruz. Belki bunlardan birini bile olsa yapmama şansımız vardır. Duygularımızın sahipliğini araştırma halinde olma, bizi belki de aynı zamanda kişilerin, durumların ve olayların nesnesi olmaktan uzaklaştıracak.

Başlangıç için küçük, iç gıcıklayan tek bir hissi seçebilirsiniz. Bu türden bir ruh araştırması yaptığımızda şeytanlarımızla karşılaşabiliriz, ancak onlarla barış yapmak mümkün. Benliğimizin kumsalında yalınayak gezelim. Göz alıcı, yusyuvarlak, parıltılı taşları ayıklayarak ceplerimize doldurmayı bırakıp, eciş bücüş, delik deşik olmuş, şekilsiz çakıl taşlarını da toplamaya başlayalım. Kumsal olur, mutfak olur, ara sıra elimizdekilerle yetindiğimiz, onları değiştirmeye çalışmadığınız bir yerlere dönelim, olur mu?

Bu arada pancar çorbası pişmişken düşündüm, tarifini de versem mi diye. Ama şimdi durup dururken bir de kendimle çelişmeyeyim dedim.

Ah bu kafaları değiştirmek çok zor çok!

The self denied to be described

Barry Kerzin meditating with EEG for neuroscience research. Courtesy of Antoine Lutz

As a person practicing meditation for a few years now, I have been able to observe the thoughts coming into and going out of my consciousness as a silent, watching self. Although I am not in a position to assert the existence or non-existence of the self, I would try my best to make a practical interpretation of the Buddha’s idea of not-self in the light of my own experiences, contemplations and readings.

As per the Buddha’s diagnosis regarding clinging as the source of unsatisfactoriness (dukkha), our feelings, thoughts and perceptions are fleeting in nature, and this prevents one from seeing the world as it is and having a clear vision of truth. Is it possible to be liberated from this cycle of unsatisfactoriness and should we necessarily reject our ‘selves’ for it? Can we say that our motivations, feelings or thoughts are somehow the result of a mingling, blended form of our being and our external world and that nothing is to be owned by us?

Human perception is very much influenced by the circumstances or conditions in one’s environment, as the mind is scientifically observed to work toward its best interests in having evolved to survive as successful as it can be as a result of natural selection. As we continue to survive on so many levels, our sense of self is being challenged by the Buddhist way of thinking.

As the Buddha said in his sermon on the not-self, the self persists through time and is subject to our control, whereas the five aggregates-consciousness, form, feelings, perceptions and mental formations- related to a person’s experience do not and are not, the self cannot be identified with anything that is changing in nature. In scientific terms, it is shown in the split-brain experiments that the left hemisphere of our brains, which is responsible for our language skills, communicates with the outside world about what is going on inside our minds not necessarily trying to reflect reality. However, our right brain hemisphere quite strikingly works to present only the literal truth without attempting to change anything at all. That half of our brains can come up with fabricated details that are not true in order to create a plausible narrative is one sign that supports the Buddhist understanding of consciousness as an unreliable part of our experience.

In a study conducted by Richard Nisbett and Timothy Wilson, the subjects were asked to make a choice among a series of similar products in front of them and it was found that very strangely that they had a tendency to pick the product on the far right. This finding implies that our motivation to choose something, or talk or behave in a specific fashion does not necessarily take place consciously, our judgments may be a result of an unconscious motivation and our mental formations (one of the five aggregates of the Buddhist thought) do not originate from a state of consciousness. This can imply that an idea that comes into one’s mind can easily be affected by another idea of completely unknown origin. Therefore, the controllable characteristics of the Buddhist self are not to be found here.

In this regard, I believe that none of the workings of my mind are a mere result of being purely me; that the self in me is distinguishable from the things that my mind perceives. As one can see in many studies conducted in modern psychology, our consciousness is attuned to see, perceive and make sense of the things around us by incessantly making best guesses and unconscious choices in the background for our protection and success so that failure becomes a lesser probability.

I take my ‘self’ as an unchangeable, firm-rooted, observing being that is the closest part of me to truth, and any awareness, emotion, opinion, feeling or physical form that comes and goes in the course of this lifetime does not suffice to constitute the very essence of my being. 

Thanks to the Buddhist prescription of mindfulness, it seems to me that my mind has started working differently than it did before I started meditation, somehow disentangled from the transient and subjective notions of perception or feeling, etc. Being distracted or overwhelmed by feelings has become a less important problem for me during this process. This is not an intentional or result-oriented effort. It just happens to be the way it is, just as Peter Harvey claims in his book The Selfless Mind, not-self is something to be done, rather than something to be taught. I believe that observing the five aggregates of the Buddhist thinking through meditative work brings a mindful approach towards life and existence in general.

I think that the existence of self that is associated with permanence and control is only denied in a liberative framework by the Buddha, as mentioned by Bhikkhu Bodhi in one of his talks with Robert Wright, in order to eliminate one’s attachment to all objects of clinging and to the notion of a substantial I. Therefore, I take the Buddha’s sermon on the not-self as an attempt to describe the nature of self by denying what it is not.

References

Bhikkhu Bodhi. Lecture 3: The True Nature of Existence http://www.buddhanet.net/audio-lectures.htm

Harvey, P. (2013). The Selfless Mind: Personality, Consciousness and Nirvana in Early Buddhism. London: Taylor and Francis.

The Sermon at Benares/Varanasi, Setting in Motion the Wheel of Dharma http://www.accesstoinsight.org/tipitaka/sn/sn56/sn56.011.nymo.html

Timothy de Camp Wilson, & Nisbett, R. (1978). The Accuracy of Verbal Reports About the Effects of Stimuli on Evaluations and Behavior. Social Psychology, 41(2), 118-131. doi:10.2307/3033572