Her ana yeniden doğuyorum.

Bir daha mı geleceğim dünyaya?

Evet, hatta belki milyonlarca kez daha.

Yaşayan her şey

miniğime

Seni gördüm rüyamda.
doğmuşsun bildiğim o halinle,
büyüyecekmişsin.
tırnağım kadar bir benek.
elimden kaydın,
tutamadım.

Orada bile gitmekti isteğin.
bu dünyada yaşamanın
yoktu yolu ama
bırakmadın var olmayı,
çözüldün diye
suya ve toprağa.

Yaşıyorsun.
bedenimde değil,
bambaşka bir biçimde.
hissediyorum karıştığın
suyu ve çamuru,
toprakla havayı içimde.

Yaşam fışkırıyor senden.
nehir olup akıyorsun,
bütün kirler sende temizleniyor.
bir karınca oluyorsun,
yükün sırtında ve sadece
yuvana gidiyorsun.

Tohumu olmuşsun
rengarenk bir çiçeğin.
dev bir ağacın gölgesisin.
nefessin her bedene dolan.
ve içimi ürperten bir esinti olursa,
yine senden bileceğim.

İşte böyle, yaşayan her şey
benim için sensin.
yaşayan her şeyde
sevinçle seni göreceğim.
ve yaşayan her şeyi artık
daha da çok seveceğim.

“Ben yeterim.”

Hayatımızı idame ettirmekte, işimizi yapmakta ve kendimizi işe yarar hissetmekte zorluk çekiyoruz bu küresel salgın günlerinde. Hepimiz kendi yolumuzda, karşımıza çıkana bir tepki veriyoruz ya da ona karşı bir savunma geliştiriyoruz, farkında olarak ya da olmayarak.

Henüz her şey o kadar yeni ki… Buna alışabileceğiz belki, ama alışamıyorsak da bu bizim suçumuz değil. Farkında değiliz, belki de alıştık bile. Belki büyük bir acıdan, belki korkudan, belki savaştan, belki de kaçıştan bu anda geçtik, geçiyoruz ve geçeceğiz. Dayandıkça dayanıklılığımız artacak, buna güveneceğiz. Güvendikçe farkına varacak ve kabulleneceğiz.

Geçtiğimiz günlerden birinde odamda oturuyordum, gözlerimi meditasyon için kapatmıştım. Can kayıpları, hastalık, işsizlik ve bunun gibi pek çok korkuyla yüzleşirken toplum olarak, bu kolektif mücadeleyi korkuya kapılmadan nasıl daha iyi algılayabilirim ve bu bütünsel hisse nasıl bir katkıda bulunabilirim, diye düşündüm. 

Tüm bu olayların akış kanalına girebilmek zor belki ama ‘kendimizden daha büyük bir gerçeklik’ olduğunun kabulüne yöneldi zihnim. Çok uzak bir duyumsama belki, acıyı da umudu da köklerimde olduğu gibi hissedebilmeye uzanan bir sel, o akışta. İçimde bir bütünlük duygusu vardı ve deniyordum. Seslerin içinde, sakin kalmayı.

Biraz sonra zihnime akan şu cümleleri kendime tekrarlıyordum, ilk olarak nefes alırken ve ardından verirken. İlk olarak kendi hayat deneyimimde ve ardından parçası olduğum varlığın bütünü için:

“Yeteneklerimin farkına varabilirim.”

“Farkındayım, benim yeteneklerim var.”

“Yeteneklerimin farkındayım.”

“Yeteneklerim var ve onlara yetebilirim.”

“Yeteneklerimi kullanabilirim.”

“Ben yetebilirim.”

“Ben yeterliyim.”

“Ben yeterim.”

İstemediğim yerde durmuyorum.

Neyi istediğini fark et. Fark etmenin yeri ve zamanı, burası ve bu an.

Attention

I am paying attention to the moments
in which I feel unsafe and uncomfortable
for not being paid attention.

I am releasing my attention on this me,
who is the receiver or non-receiver of attention,
to become a giver of it, aware
that all other moments can be
as safe and comforting as the moments
in which I am being paid attention.

I am simply paying attention.

(Tune in the background: If I Had You performed by Tommy Emmanuel & Joscho Stephan)