Yaşayan her şey

miniğime

Seni gördüm rüyamda.
doğmuşsun bildiğim o halinle,
büyüyecekmişsin.
tırnağım kadar bir benek.
elimden kaydın,
tutamadım.

Orada bile gitmekti isteğin.
bu dünyada yaşamanın
yoktu yolu ama
bırakmadın var olmayı,
çözüldün diye
suya ve toprağa.

Yaşıyorsun.
bedenimde değil,
bambaşka bir biçimde.
hissediyorum karıştığın
suyu ve çamuru,
toprakla havayı içimde.

Yaşam fışkırıyor senden.
nehir olup akıyorsun,
bütün kirler sende temizleniyor.
bir karınca oluyorsun,
yükün sırtında ve sadece
yuvana gidiyorsun.

Tohumu olmuşsun
rengarenk bir çiçeğin.
dev bir ağacın gölgesisin.
nefessin her bedene dolan.
ve içimi ürperten bir esinti olursa,
yine senden bileceğim.

İşte böyle, yaşayan her şey
benim için sensin.
yaşayan her şeyde
sevinçle seni göreceğim.
ve yaşayan her şeyi artık
daha da çok seveceğim.

Laf Ormanı: Mülksüzler

2018 yılında satın aldığımı anımsıyorum Ursula K. Le Guin’in Mülksüzler’ini. Romanı geçtiğimiz yaz elime aldığımda, yazarın yarattığı evrene girebilmek oldukça güç gelmişti bana. Hayatımda pek çok değişimle, yenilikle ve aksilikle cebelleştiğim günlere denk geldi bu kitap. Nihayet birkaç gün önce, Kasım gelmeden bitirebildim okumamı.

Hoş ne çok hızlı yazar ne çok hızlı okur ne de çok hızlı çeviri yaparım ben. Yavaş ve hazmederek, hayatımın içine harmanlayarak özümsemeyi tercih ediyorum karşılaştığım tüm değerli fikirleri, yazıları, kitapları. Okudum diye bir kenara koymak istemiyorum bir kitabı. Kendime notlar almak, dersler çıkarmak, alıntıları paylaşmak ve tüm bunların hayatımın pratiğinde nasıl bir yer ettiğini görmek istiyorum. Bazen bir kitabı fiziksel olarak çantamda, torbamda, masamda yakınımda tutmak, sayfalarını karıştırıp altını çizdiğim cümlelere bakmak bile mutlu ve bütün hissetmeme yetiyor.

Bitirmenin ve başarmanın hırsını değil hazzını yaşamak istediğim günlerdeyim. Her şey olması gerektiği gibi. Zihnime kazınan satırları çekip aldım kitabımın içinden ki yer etsinler düşüncelerimin içinde, en azından parmaklarımın ucundan geçmiş olsunlar Le Guin’i saygıyla alıntılarken. Cesaret edebilirsem belki benim de söyleyeceklerim olur bir gün Mülksüzler üzerine.


Bu karabasan caddesinin en garip yanı da satılık milyonlarca şeyin hiçbirinin orada yapılmıyor olmasıydı. Orada yalnızca satılıyorlardı. İşlikler, oymacılar, boyacılar, tasarımcılar, makineciler neredeydi, eller neredeydi, yapan insanlar? Gözden uzak, başka bir yerde. Duvarlar arkasında. Dükkanlardaki herkes ya alıcı, ya satıcıydı. Nesnelerle sahip olmak dışında bir ilişkileri yoktu.

s. 116

Bir ırmakta iki kez yıkanamazsın, yeniden eve dönmek de olanak dışıdır. Bunu biliyordu; aslında bu, dünyaya temel bakışıydı. Ama o, bu geçicilik kabulünden dev kuramını geliştirmişti; buna göre en çok değişebilen şey, en derin sonsuzluktu, ırmakla olan ilişkiniz ve ırmağın kendisiyle ve sizle olan ilişkisi de salt bir özdeşlik yokluğundan hem çok daha karmaşık hem de daha güven verici bir şeydi. Genel Zaman Kuramı eve dönmenin mümkün olduğunu söylüyordu, yeter ki evin şu ana dek hiç bulunmadığınız bir yer olduğunu anlayın.

s. 52

Ona hepsi kaygılı gibi görünüyorlardı. Bu kaygıyı daha önce Urras’lıların yüzlerinde görmüştü ve ne olduğunu merak ediyordu. Ne kadar para kazanırlarsa kazansınlar yine de yoksul ölmemek için daha fazla çalışmaları gerektiğini düşündükleri için miydi? Suçluluk muydu, çünkü ne kadar az paraları olursa olsun, her zaman onlardan daha az parası olan birisi vardı.

s. 179

“Bütün olmak parça olmaktır;

gerçek yolculuk geri dönüştür.”

Laia Asieo Odo (698-769)

Görünüşe bakılırsa zamanı yalnızca bilinçli olduğumuzda algılıyoruz. Bir bebek için zaman yoktur; geçmişle arasındaki uzaklığı ölçemez, geçmişin şu anla nasıl bir ilişki içinde olduğunu anlayamaz, şu anın geleceğiyle nasıl ilişkili olacağını planlayamaz. Zamanın geçtiğini bilmez; ölümü anlamaz. Erişkinin bilinçsiz aklı da onun gibidir. Düşte zaman yoktur, süreklilik tümüyle değişmiştir, neden ve sonuç birbirine karışır. Mit ve efsanede zaman yoktur. Masal ‘Bir zamanlar’ derken hangi geçmişten bahseder? Böylece gizemci, mantığıyla bilinçaltını yeniden birleştirdiğinde her şeyin tek bir varlık olduğunu görür ve sonsuz geri dönüşü anlar.

s. 191

Acı çeken şey benlik; benliğin ise- yok olduğu bir yer var. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum. Ama gerçekliğin, rahatlık ve mutlulukta görmediğim, acıda gördüğüm gerçeğin, acının gerçekliğinin acı olmadığına inanıyorum. Eğer içinden geçebilirsen. Eğer sonuna kadar ona dayanabilirsen.

s. 57

Bir eylem ancak geçmişin ve geleceğin manzarasında gerçekleştirildiği zaman insan eylemi olur. Geçmiş ve geleceğin sürekliliğini öneren, zamanı bir bütün haline getiren bağlılık, insan gücünün köküdür, onsuz yapılacak hiçbir şey iyi olamaz.

s. 285

Sorumluluğun ve özgürlüğün, seçeneğin olmadığı, yalnızca yasaya uymaktan oluşan sahte bir seçeneğin veya yasaya uymamayı izleyen cezanın olduğu bir toplumda yaşamak ister miydin? Gerçek bir hapishanede yaşamak ister miydin?

s. 44

“Bir hırsız yaratmak için, bir sahip yaratın; suç yaratmak istiyorsanız, yasalar koyun.”

Toplumsal Organizma

Odo şöyle yazmıştı: “Sahip olmanın suçundan ve ekonomik rekabetin yükünden arınmış bir çocuk, yapılması gerekeni yapma iradesi ve bunu yaparken coşku duyma yeteneğiyle büyüyecektir. Kalbi karartan, gereksiz çalışmadır. Emziren annenin, eğiticinin, başarılı avcının, iyi aşçının, becerikli ustanın, gereken işi yapan ve iyi yapan herkesin sevinci bu kalıcı coşku belki de insan yakınlığının ve bir bütün olarak toplumsallığın en derin kaynağıdır.”

s. 212

Canlı düşler görüyordu, düşler çalışmasının bir parçasıydı. Zamanın, kaynağına doğru yukarı akan bir ırmak gibi kendi üstüne katlandığını görüyordu. İki anın eşzamanlılığını iki elinde tutuyordu, ellerini ayırdığında iki anın bölünen sabun köpükleri gibi ayrıldıklarını görerek gülümsedi.

s. 101

Şey, zamanın ‘geçtiğini’, önümüzden akıp gittiğini düşünürüz; ama ya biz öne doğru, geçmişten geleceğe, sürekli yeniyi keşfederek gidiyorsak? Böyle bir zaman akışı, biraz kitap okumaya benzerdi, anlıyor musunuz? Kitap orada, tümüyle, kapağının içinde. Ama öyküyü okumak ve anlamak istiyorsanız, ilk sayfadan başlamalı, sonra ilerlemeli, hep sırayla gitmelisiniz. Böylece evren çok büyük bir kitap, biz de onun çok küçük okuyucuları olurduk.”

s.191

Bir Urras’lı gibi düşünüyorum, dedi kendi kendine. Lanet olası bir mülkiyetçi gibi. Hak etmenin bir anlamı varmış gibi. İnsan, güzelliği ya da yaşamı kazanabilirmiş gibi!

s. 178

“Bilinçsiz akıl evrenle aynı mekan ve zamandadır.”

Tebores, Sekizinci Binyıl

O an geçmişti; gittiğini gördü. Ona tutunmaya çalışmadı. Onun kendinin bir parçası değil, kendisinin o anın bir parçası olduğunu biliyordu. Onun elindeydi.

s. 240

İkisi de ayrılık yüzünden acı çekmişlerdi, epeyce acı çekmişlerdi. ama ikisi de bağlılıklarından kaçarak acıyı reddetmeyi düşünmemişlerdi.

s. 284

Odo’nun gösterdiği gibi, eğer hiçbir yön seçilmezse, eğer insan hiçbir yere gitmezse, hiçbir değişme olmaz. İnsanın seçme ve değişme özgürlüğü kullanılmamış olur, tıpkı insan hapishanede, kendi yaptığı bir hapishanede, içinde hiçbir yolun diğerinden daha iyi olmadığı bir labirentteymiş gibi.

s. 210-211

Mülksüzler, Ursula K. Le Guin. Metis Yayınları, Haziran 2018, İstanbul.