Pancar çorbası, bulaşıklar ve farkındalık

Mutfak başlı başına yaratıcı bir yer ve ben gerçekten sihrine inanıyorum. Ortalığı toplayıp bir yemek pişireyim hazır evdeyken ve işim yokken dedim, kendimi şarjı yüzde 9 kalmış telefonumun ekranımdaki bu yazıyla buluverdim. Hem deneyimledim yazdıklarımı hem de deneyimlerimi yazdım. Demek ki olacağı varmış dedim, açığa çıkacaklar varmış.

Birincisi, bazen akışına bırakıp hiçbir tarife bakmadan yemek yapmak gerek. Ciddiyim. Evde hangi malzeme eksikmiş, buna odaklanmadan bir elindekilerle yetinme pratiği olarak değerlendirebilirsiniz bunu. Ölçek ayarlama, sayma veya tartma gibi detaylar olmayınca aslında hata yapmanın olasılık dışı olduğu bir alan açılıyor insana. Bir süredir sebzelikte unuttuğum pancarlarla göz göze geliyordum, erteliyordum. Bugün ben de fikirlerin, yargıların olmadığı bir alanda bir pancar çorbası pişirmeye karar verdim.

İkinci olarak aklıma gelen, elimizin altındaki alanda günlük eşyaların olağan yerlerinde küçük değişiklikler yapmak. Düzenli olmak, eğer seviyorsanız (ya da birçoğumuz gibi takıntılıysanız, mesela ben), şahane bir bütünlük, tamamlanmışlık ve olmuşluk hissi veriyor insana. Ancak arada bir en sevdiğiniz renkli tabaklarınızı rafınızda her zamankinden farklı yerlere yerleştirebilirsiniz, bu bile zihnimizde bir nevi canlılığa yol açabilir. Bakalım tabaklarımızın keyifleri yeni yerlerinde de yerinde mi?

Tüm bunların çorbamla ve tabaklarımla ne alakası var?

Sonra biraz ciddileştim. Pancarların suyu çıldırmışçasına kaynamaya devam ediyordu…

Hangi ‘duygularım’ın benim içimden geldiğini, hangilerinin benden olmadığını yani bana kendi içsel alanım dışında bir yerden ulaştığını, bunların kaynağının benim benliğim olmadığını fark etmek. Böyle bir cümle yazdım.

Şimdi bir his seçelim. Ben de seçtim. Eskilerden olmasın, mümkünse dün ya da bugünden bir şeyler anımsamaya çalışalım. Eğer bir duygu size aitse görünen, açığa çıkan o duygunun altında bir niyet, bir arzu veya talep yatıyordur. Ruhumuzun açıklarını, açlıklarını olduğu şekliyle -iyi ya da kötü imiş ayırt etmeksizin- kabul etmek bu alan farkındalığında yardımcı olabilir.

Bizim için kötü olan bir duygunun, örneğin kıskançlık, altında değer, sevgi veya saygı görme gibi bir istek yatabilir. Bu duygunun üzerinden, duyguyu hissettiğiniz kişi, durum veya olay özelinde sükunetle ve dikkatlice geçmeyi deneyin. “Bu talebimi karşı tarafa iletme şansım olmuş muydu?” “Neden ilginin üzerimde olmasını istedim?” Çabamın fark edilmesi için, görünür olmak için bir çağrının sessiz çığlığı olabilir bu gücenmem. Ve benim ihtiyaçlarından kök bulan, karşımdaki kişiye değil bana ait olandır.

Çok tanıdık, iç gıcıklayıcı bir his

Benim duygum gerçekten de bana ait, evet şimdiden rahatlamaya başlıyorum ama bu aynı zamanda canımı sıkıyor. Neyi yanlış yaptım ki bu korkunç duyguyla uğraşıyorum?

Kötü bir hissiyatın kendimize ait olmasını kabullenmeyi istemiyoruz, bu zaman alıyor; çünkü doğamız buna karşı çalışıyor. Beynimiz derinde yatan motivasyonlarımızın ve benliğimizin derininden gelen güdülerimizin ancak çok küçük bir kısmını bilinç seviyesinde anlamlandırabiliyor. Hatta sol beyin bunları anlamlandıramadığı gibi her bir derin dürtüye kabulü kolay bir açıklama getiriyor, biz de görünürde yaptığımız harekete kılıf uydurup bunu dil marifetiyle açıklıyoruz.

Yine insan beyninin, özellikle konuşmadan sorumlu sol tarafının doğası gereği negatif tüm deneyimlerimiz için dış dünyayı sorumlu tutma ya da suçlama eğilimindeyiz. Öte yandan da her şeyin güzeli bizde, en doğruyu biz biliyoruz ve elimizi neye atsak haksızlığa uğramamız an meselesi. İçimize güzeliyle, çirkiniyle bakamıyoruz ve bu bir örüntü haline geldikçe tüm evrene gücenmeyi, varlığımızın nedeni olan ailemizle çatışmayı, dostlarımıza darılmayı, hayata küsmeyi ve mutlu olmaktan vazgeçmeyi alışkanlık haline getiriyoruz. Belki bunlardan birini bile olsa yapmama şansımız vardır. Duygularımızın sahipliğini araştırma halinde olma, bizi belki de aynı zamanda kişilerin, durumların ve olayların nesnesi olmaktan uzaklaştıracak.

Başlangıç için küçük, iç gıcıklayan tek bir hissi seçebilirsiniz. Bu türden bir ruh araştırması yaptığımızda şeytanlarımızla karşılaşabiliriz, ancak onlarla barış yapmak mümkün. Benliğimizin kumsalında yalınayak gezelim. Göz alıcı, yusyuvarlak, parıltılı taşları ayıklayarak ceplerimize doldurmayı bırakıp, eciş bücüş, delik deşik olmuş, şekilsiz çakıl taşlarını da toplamaya başlayalım. Kumsal olur, mutfak olur, ara sıra elimizdekilerle yetindiğimiz, onları değiştirmeye çalışmadığınız bir yerlere dönelim, olur mu?

Bu arada pancar çorbası pişmişken düşündüm, tarifini de versem mi diye. Ama şimdi durup dururken bir de kendimle çelişmeyeyim dedim.

Ah bu kafaları değiştirmek çok zor çok!

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s